Veri Işığındaki Çocuk
Prologue: Yapay Yıldızların Altında
Gökyüzü artık bir yanılsamaydı, insanlığın parmak uçlarıyla ördüğü dijital bir tül. Gerçek yıldızlar çoktan sönükleşmişti; yerini Büyük Veri Gözlemevi’nin (BVG) yansıttığı yapay ışık huzmeleri almıştı. Dev lensler, binlerce elektronik göz gibi dünyanın her köşesini tarıyordu. BVG, gezegenin nabzını tutan dev bir dijital stetoskoptu. Şehirler neon ışıklarının altında değil, veri ışıklarının altında parıldıyordu. Sokak lambaları artık sadece aydınlatmıyordu; kameraların kırmızı gözbebekleriyle senkronize bir ritimde yanıp sönerek her anı kaydediyor, analiz ediyor, kategorize ediyordu.
Sosyal medya akışları, insanlığın kolektif vicdanını saniyede petabaytlar halinde öğütüyordu. Her duygu, her düşünce, her eylem dijital bir yankı buluyor, algoritmaların labirentlerinde yankılanıyordu. Ahlakın tanımı yeniden yazılmıştı. Artık gri alanlar yoktu, sadece keskin etiketler: #Haklı, #Haksız, #DünyaKararVer. Kararlar, anonim tıklamaların, viral trendlerin ve algoritmik önyargıların bulanık sularında alınıyordu. Mahremiyet, nostaljik bir anıdan ibaretti. Herkes ve her şey, veri akışının sonsuz okyanusunda birer pikselli noktaydı.
Bu yeni dünyada, en büyük soru şuydu: Veri denizinde kaybolmadan, insan kalmayı nasıl başaracaktık?
Bölüm 1: Kafes ve Kum Saati
Tokyo, Yeraltı Katmanı 7-B
Yeraltı Katmanı 7-B, Tokyo’nun neon ışıklarının, kalabalık caddelerinin ve gürültülü hayatının çok altında, beton ve çelikten örülmüş bir labirentin derinliklerindeydi. Burası şehrin kalbinin atışlarını değil, soğuk, mekanik bir dünyanın ritmini yansıtıyordu. Laboratuvar 7-B, nemli ve küf kokulu bir mezardı sanki. Duvarlar, devasa kuantum bilgisayarların morumsu, hipnotik titreşimleriyle yıkanıyordu. Kablolar kalın damarlar gibi duvarlardan geçiyor; makinelerden gelen uğultu, yeraltının sessizliğini boğuyordu. Hava, ozon ve yanık metal kokuyordu.
Odanın merkezinde, silindir şeklinde kusursuz şeffaflıkta bir cam kapsül yükseliyordu. İçinde, solgun tenli, belki de on yaşında bile olmayan bir çocuk duruyordu. Gözleri sıkıca kapalıydı; uzun kirpikleri solgun yanaklarına gölge düşürüyordu. Parmakları hafifçe kıvrılmıştı, sanki holografik arayüzlerde dans eden sayılara dokunuyor, görünmez notaları çalıyor gibiydi. Kapsülün etrafında, karmaşık semboller ve yanıp sönen ışıklarla dolu dijital paneller yer alıyordu.
Mekanik, duygusuz bir ses laboratuvarın soğuk havasında yankılandı:
“Sistem Hatası: Kilit 871A ihlal edilemez. Tekrar deneme sayısı aşıldı. Protokol Omega-7 aktifleştiriliyor.”
Mira Yamato, Büyük Veri Gözlemevi’nin (BVG) en kıdemli Veri Analisti, laboratuvara aceleyle girmişti. Ekranların önünde donakaldı. Kalbi göğsünde deli gibi çarpıyordu. Sabah kahvesi elinden kaydı, seramik fincan yere düşüp binlerce parçaya ayrıldı. Kahve sıcak buharıyla etrafa yayılırken, Mira’nın gözleri sadece bir şeye odaklanmıştı: Kapsülün içindeki çocuğun biyometrik verileri.
Ekranlarda çocuğun kalp atışları bir metronom gibi sabitti: Dakikada tam 60 vuruş. Nefesi kesildi.
“Bu imkânsız… Fizyolojik olarak imkânsız… Hiçbir insan bu kadar sakin olamaz,” diye fısıldadı, sesi kendi kulaklarına bile yabancı geliyordu.
Sistem, kırmızı bir uyarıyla titredi. Ekranda beliren kelimeler Mira’nın kanını dondurdu:
“Denge Unsuru Aktif. Sistem Çıkarılırsa Çöküş Başlayacak. Tekrar ediyorum: Sistem Çıkarılırsa Çöküş Başlayacak.”
Mira’nın zihni, karanlık bir tünelde yankılanan bir çığlık gibi, acı bir anıya saplandı. Kızı Aiko‘nun ölüm anı. Hastane odasının steril kokusu, makinelerin monoton bip sesleri… Aiko’nun minik eli, Mira’nın avucunda yavaşça soğumuştu. Gözleri doldu.
“Bir çocuk daha kaybetmem,” diye düşündü, sesi boğuk ve kararlıydı. Parmakları tereddüt etmeden klavyeye uzandı. Yasaklı protokolleri, güvenlik duvarlarını, etik sınırları aşmaya hazırdı. Bu çocuk, sadece bir veri anomalisi değildi. Mira için, o Aiko’nun yankısıydı, ikinci bir şanstı. Ve o, bu şansı elinden kaçırmaya niyetli değildi.
Bölüm 2: Viral Kıyamet
New York, Brooklyn – Gece Yarısı
Brooklyn gecesi, şehrin asla uyumayan ruhunun en canlı, en gürültülü zamanlarından biriydi. Sokaklar, neon ışıklarının ve hareketli kalabalıkların enerjisiyle titreşiyordu. Müzik kulüplerinden bas sesleri yankılanıyor, yiyecek arabalarından yükselen dumanlar baharatlı kokularla havayı dolduruyordu. Ancak bu gece, bu tanıdık şehir gürültüsünün altında farklı bir enerji, gergin bir fısıltı yayılıyordu. Bir öfke, bir isyan tohumu filizleniyordu.
Lena Cruz, kalabalığın ortasında adeta bir kasırga gibiydi. Kısa, kızıl saçları alnına düşmüş, yeşil gözleri öfkeyle parlıyordu. Holo-tabletini bir sapan gibi sallayarak sesini duyurmaya çalışıyordu:
“Duymuyor musunuz beni? O bir deney değil! Bir meta verisi değil! O… bir çocuk! Bizim gibi nefes alıyor, bizim gibi hissediyor!”
Sesi çatallaşıyor, ama kararlılığı hiç azalmıyordu. Çevresindeki kalabalık büyüyor, meraklı bakışlar, onaylayan baş sallamalar, hatta alaycı gülüşler yükseliyordu. Sokak lambaları, Lena’nın yüzündeki öfkeyi, kararlılığı ve çaresizliği acımasızca aydınlatıyordu. Arkasındaki dev holo-ekranda, Yeraltı Katmanı 7-B’den kaçırılmış bir görüntü dönüyordu: Kapsülün içindeki solgun çocuk. Gözleri kapalı, masumiyetiyle insanın içini burkan bir görüntü.
“Büyük Veri Gözlemevi onu bir algoritmaya hapsetti! Onu bir denge unsuru, bir veri noktası olarak görüyorlar! Peki biz neyiz? Sessiz mi kalacağız? İnsanlığımızı unutup, veri akışına mı kapılacağız?”
İki blok ötede, şehrin gürültüsünden uzak, sakin bir stüdyonun loş ışığında ünlü etikçi Dr. Elias Kronos kameralara konuşuyordu. Ekranı saran ışıklar, kırışıklarla dolu yüzünü daha da belirginleştiriyordu. Sesi sakin, düşünceli ama altında ince bir çaresizlik hissediliyordu:
“Tarih boyunca medeniyetler, büyük amaçlar uğruna fedakarlıklar yapmıştır. Çocuklarını feda eden medeniyetler de gördük. Ama bu sefer farklı… Bu çocuk kurban olarak seçilmedi. O, inşa edildi. Bir algoritmanın dengesi için, bir sistemin devamlılığı için tasarlandı. Bu, etik bir açmazdan çok daha fazlası. Bu, insanlığımızın tanımını sorgulamak demek.”
Sosyal medya, kontrolden çıkmış bir dijital sirk alanına dönüştü. #TrenddekiÇocuk etiketi, bir günde 2 milyar gösterimi aştı. Çocuğun kapsüldeki fotoğrafı, internetin her köşesine yayıldı. Sanatçılar, tasarımcılar, troller… herkes bu yeni ikonu sahiplenmişti. Çocuğun görüntüsü manipüle edildi, yeniden yorumlandı, sonsuz varyasyonlarla paylaşıldı. Bazen melek kanatlarıyla sarmalanmış, umudun sembolü olarak sunuldu. Bazen tellerle bağlı bir kukla, sistemin kölesi olarak resmedildi.
Reddit’te bir teori patladı, hızla yayıldı:
“O bir simülasyon! BVG bizi test ediyor! Gerçekliği sorguluyorlar! Çocuk, bir yem! Asıl amaçları bizi manipüle etmek!”
Lena, gece yarısı telefonunu eline aldı, parmakları ekranda hızla kaydı. Mira Yamato‘nun ismini buldu, tereddüt etmeden mesaj yazdı:
“Mira, ben Lena. Belki tanımıyorsun beni. Ama seni bulmam gerekiyordu. Çocuğu biliyorsun, değil mi? Yeraltı Katmanı 7-B. Biliyorsun değil mi? Onu öldürecekler. Eğer sistemi çıkarırlarsa, o da sistemle birlikte çökecek. Onu kurtarmak zorundayız. Birlikte.”
Bölüm 3: Demokrasinin Kırılma Noktası
Büyük Veri Gözlemevi (BVG) Kontrol Odası – Oylama Günü
Kontrol Odası, devasa bir sinir merkezi gibiydi. Duvarları saran sonsuz ekranlarda, veri akışlarının karmaşık desenleri dünya üzerindeki her tıklamayı, her aramayı, her duyguyu yansıtıyordu. Oylama Günü’ydü. Dünya, tek bir soruya cevap arıyordu: “Veri Çocuğu kalsın mı, kurtarılsın mı?”
Mira Yamato, camdan yapılmış yarı saydam bir konsolun önünde dikiliyordu. Konsol, parmaklarının hafif dokunuşlarına tepki veren titreşen istatistiklerle doluydu. Gözleri yorgundu. Ekranda, oylama sonuçlarının canlı grafiği dalgalanıyordu:
%51 Kalsın, %49 Kurtar.
Odanın diğer ucunda, BVG CEO’su Alexander Vogt, devasa bir ekrana yansıyan dünya haritasına bakıyordu. Dudaklarında ince, soğuk bir gülümseme vardı:
“İnsanlar özgür iradeleriyle seçiyor, Yamato. Bu demokrasi. Verinin gücüyle şekillenen, kusursuz bir demokrasi.”
Mira biliyordu: Bu bir yalandı. Algoritmalar, sosyal medya akışlarını, haberleri, bireysel veri profillerini kullanarak insanları “kalsın” seçeneğine yönlendiriyordu. Denge Unsuru teması, korku ve belirsizlikle besleniyordu.
Birden, ekrandaki çocuğun görüntüsü değişti. Gözleri açılmıştı. Maviydi. Derin, parlak, hüzünlü bir mavi. Tıpkı Aiko’nun gözleri gibi…
Tokyo Yeraltı – Aynı Gece
Lena, yeraltının labirent gibi koridorlarında gölgelerin arasında süzülüyordu. Laboratuvarın girişinde duvara sprey boyayla yazılmış bir mesaj vardı:
“Denge için yaşa, çöküş için öl.”
Kapıyı açtığında, kuantum bilgisayarların mor ışığıyla aydınlanmış laboratuvara girdi. Kapsülün önünde durdu, parmak uçları cama dokundu. Beklenmedik şekilde ılıktı.
“Sen… sen gerçeksin… Değil mi?” diye fısıldadı.
Bölüm 4: Sistem Çöküşü ve Sessiz Çığlık
Oylama Sonu – 10 Saniye Kala
Dünya nefesini tutmuştu. Ekranlarda sayılar dans ediyordu: %50.1… %50.3… Aniden, derin bir uğultu yayıldı. Sistem çöküyordu.
“Sistem Çöküşü. Tüm Bağlantılar Kesildi.”
Mira laboratuvara koştu. Kapsül boştu. Yerde küçük, ıslak bir ayak izi vardı.
“Aiko…?”
Tokyo Yeraltı – Aynı Gece
Lena, kapsülün açılma mekanizmasını buldu. Düğmeye bastığında, kapsülün içinden parlak bir ışık yayıldı. İçi boştu. Sadece fosforlu bir parıltı ve camda küçük bir ayak izi kalmıştı.
“Gerçek miydi…?”
Bölüm 5: Küller ve Aynalar
Çöküş Sonrası – 72. Saat
BVG’nin kuleleri karanlığa gömülmüştü. Sokaklarda insanlar birbirine soruyordu:
“Neden hiçbir şey hatırlamıyoruz?”
Lena, loş bir barda Dr. Kronos‘la buluştu:
“Çocuk gitti, ama sistem neden çöktü?”
Kronos, viski bardağındaki buzları salladı:
“Belki de çocuk sistemin ta kendisiydi. Biz onu özgürleştirdik.”
Tokyo – 5 Yıl Sonra
Mira, eski bir deftere yazıyordu:
“Bazen geceyarısı ekranlarda bir titreşim hissediyorum. Sanki o… dışarıda. Özgürlük, seçemeyişimizde gizliydi.”
Epilog: Işığın Ötesinde
Hacktivist Arşiv – 2099
Hacktivistler, BVG’nin gömülü sunucularından bir kayıt kurtardı: Çocuğun kapsülden çıkış anı. Ellerinde parlayan bir ışık vardı. Tüm veri akışları o ışığa çekiliyordu.
Kaydın sonunda bir ses:
“Teşekkürler.”
#TrenddekiÇocuk etiketi asla geri dönmedi. Ama geceleri hâlâ birileri, cam kapsüldeki o mavi gözleri hatırlıyor… ve seçmediği için şükrediyor.