Felsefenin Zamana Meydan Okuyan Bilmecesi: Molyneaux’nun Sorunu
Bazen, en ilgi çekici sorular en basit olanlardır. 17. yüzyılın sonlarında, ünlü filozof John Locke, o zamanın önde gelen bir bilim insanı olan William Molyneaux’dan zihinleri yıllardır büyüleyen basit ama derin bir düşünce deneyi içeren bir mektup aldı. Bu, artık “Molyneaux’nun Sorunu” olarak biliniyor ve algı, deneyim ve zihnin doğası hakkında büyüleyici sorular soruyor.
Bilmece Nedir?
Molyneaux, Locke’a şu senaryoyu sundu:
Gözleri doğuştan kör olan bir adam düşünün. Bu kişi, yalnızca dokunarak bir küpü bir küreden ayırt etmeyi öğreniyor. Onları elinde tutabilir, kenarlarını, köşelerini ve yuvarlaklığını hissedebilir ve zihninde her şeklin net bir zihinsel temsilini oluşturabilir.
Şimdi, bir mucize gerçekleştiğini ve bu adamın sihirli bir şekilde görme yeteneğini kazandığını hayal edin. Daha önce dokunarak tanıdığı aynı küp ve küre önünde duruyor.
Soru şu: Bu adam, onları yalnızca görerek, daha önce dokunarak öğrendiği şekilleri hemen tanıyabilir mi?
Başka bir deyişle, dokunma deneyimiyle oluşturulan zihinsel bir küp ve küre temsili, anında görsel deneyimle eşleşecek mi? Adam, “İşte dokunarak bildiğim küp ve işte dokunarak bildiğim küre” diyebilecek mi?
Locke’un Cevabı ve Sorunun Kalıcılığı
Locke, Molyneaux’nun sorusunun derinliğini hemen anladı. “Ustaca probleminiz dünyaya yayınlanmayı hak ediyor,” diye yazdı. Ve gerçekten de, bu soruyu başyapıtı İnsan Anlayışı Üzerine Bir Deneme adlı eserinin sonraki baskılarına dahil etti, böylece felsefe tarihinde kalıcı bir yer edindi.
Hem Locke hem de Molyneaux, cevap büyük olasılıkla hayır yönündeydi. Gözleri yeni açılan adam, ilk başta yalnızca görerek hangi şeklin küp, hangisinin küre olduğunu söyleyemezdi. Dokunma yoluyla şekiller hakkında bir anlayış geliştirmiş olmasına rağmen, görsel deneyim tamamen yeni bir girdi biçimidir. Görmeyi öğrenmek, kelimenin tam anlamıyla yeni bir “dil” öğrenmek gibidir.
Peki, Neden Hala Konuşuyoruz?
Üç yüz yıldan fazla bir süre sonra, Molyneaux’nun Sorunu hala filozofları, psikologları ve sinirbilimcileri meşgul ediyor. Neden bu kadar kalıcı? Çünkü algımızın ve öğrenmemizin temel doğasına dokunuyor.
- Duyular Arası Entegrasyon: Bu sorun, farklı duyularımızın (dokunma ve görme gibi) bilgileri nasıl entegre ettiğini vurguluyor. Görüşümüz, dokunma duyumuzdan tamamen bağımsız bir şekilde mi çalışıyor yoksa geçmiş deneyimlerimiz algımızı şekillendiriyor mu?
- Doğuştancılık Karşısında Deneyimcilik: Bu bilmece, bilginin doğuştan mı geldiği yoksa deneyim yoluyla mı kazanıldığı şeklindeki eski felsefi tartışmaya da ışık tutuyor. Locke, bir tabula rasa (boş levha) olarak doğduğumuzu ve deneyim yoluyla bilgi edindiğimizi savunan bir deneyimciydi. Molyneaux’nun Sorunu bu fikri destekler görünüyor.
- Algının Karmaşıklığı: Sorun, algının basit bir veri alımı olmadığını hatırlatıyor. Zihnimiz, duyusal girdileri aktif olarak yorumluyor ve düzenliyor.
Modern Yaklaşımlar
Şaşırtıcı olmayan bir şekilde, modern bilim Molyneaux’nun Sorunu’nu ele almak için çeşitli yollar buldu. Doğuştan kataraktı olan ve ameliyatla görüşlerini kazanan insanlar üzerinde yapılan çalışmalar, Locke ve Molyneaux’nun sezgilerinin doğru olabileceğini gösteriyor. Bu bireyler genellikle görmeye başladıklarında şekilleri ve nesneleri tanımakta zorlanıyorlar.
Sonuç
Molyneaux’nun Sorunu, basitliğine rağmen, zihnin ve algının derinliklerine inmemizi sağlayan büyüleyici bir düşünce deneyidir. Duyusal deneyimlerimizin nasıl birbirine bağlandığını, öğrenmenin doğasını ve dünyayı nasıl algıladığımızı sorgulamaya zorluyor bizi. Üç yüzyıldan fazla bir süre sonra, bu bilmece hala felsefenin ve bilimsel araştırmanın kesişim noktasında ilgi çekici bir tartışma konusu olmaya devam ediyor.Peki, sizce cevap ne? Gözleri yeni açılan adam şekilleri tanıyabilecek miydi?