Beyaz Boşluk
Yazan: İsmail Kara
Tür: Bilim Kurgu
Arman gözlerini yavaşça açtı. Göz kapaklarının arasından süzülen beyaz ışık öylesine keskin, öylesine sertti ki bir an için yeniden kapatmayı düşündü. Başının içinde ağır bir baskı vardı, sanki beyninin her kıvrımı geriliyor, parçalanmak üzereymiş gibi hissediyordu. Yavaşça doğruldu, etrafına bakındı.
Oda, tanıdık değildi. Her şey tuhaf derecede sade ve boştu. Bir odanın içinde olduğunu anlaması birkaç saniye aldı; dört duvar, soğuk beyaz ışık altında solgunlaşmış, hiçbir süs, hiçbir yaşam belirtisi yok. Yalnızca bir masa ve ona eşlik eden iki sandalye… Ve bir köşede garip şekillerdeki cihazlar, mavi ve yeşil ışıklarla yanıp sönen göstergeler.
“Neredeyim ben?” diye düşündü. Kafasında yankılanan bu soru, etrafında gördüğü her şeyi daha da bilinmez kılıyordu. Bir an için her şeyin bir kabus olduğunu düşündü, belki de hala uykudaydı. Ancak eliyle sert sandalyeye dokunduğunda soğuk metalin gerçekliği, bu düşüncesini yerle bir etti.
Kafasında uğuldayan bir ses, sanki çok uzakta bir yerden geliyor gibiydi. Dalgaların sahile vururken çıkardığı o boğuk uğultuya benzer bir ses… Neden bu kadar tanıdık? Nerede duymuştu bunu? Ancak bu düşünceleri daha fazla sürdüremeden kapı aralandı.
Kapı sessizce açıldığında içeri giren figür sanki yavaş hareket eden bir gölge gibiydi. Arman gözlerini kısarak gelen kişiyi seçmeye çalıştı. Uzun boylu, gri renkte bir giysi giymiş bir kadın… Kadının yüz hatları keskin ve soğuktu, ama gözlerinde onu rahatsız eden bir şey vardı. Sanki bir şey saklıyordu o bakışların ardında.
“Hoş geldiniz,” dedi kadın, yumuşak ama bir o kadar da ürkütücü bir ses tonuyla. Sanki cümleler kendi kendine yankılanıyordu odada. Arman cevap vermedi, sadece kadına bakmaya devam etti. Kadın ise bu sessizliği umursamadan konuşmayı sürdürdü.
“Nerede olduğunuzu anlamakta zorlandığınızın farkındayım. Ancak endişelenmeyin, burada güvendesiniz. Biz sizin burada olmanızı uzun zamandır bekliyorduk.”
Arman ne diyeceğini bilemedi. İçindeki endişe her geçen saniye artıyor, bu yabancı kadının sözleri her şeyi daha da karmaşık hale getiriyordu. “Beklemek mi? Ne demek istiyorsunuz? Burası neresi? Ben… ben nasıl geldim buraya?”
Kadın cevap vermek yerine bir cihaz çıkardı ve elindeki ekrana bir şeyler yansıttı. Ekranda beliren görüntüler Arman’ın dikkatini anında çekti. İlk başta ne olduğunu anlayamadı; sonra gözleri daha da açıldı, görüntülerin ne olduğunu kavradığında kalbi hızlandı. Bunlar kendi anılarıydı… Çocukluğu, ailesi, gençlik yılları, yüzler, sesler… Ama tüm bunlar o kadar bulanık ve uzak görünüyordu ki sanki bir başkasının hayatını izliyormuş gibiydi.
Arman bir süre sessizce oturdu. Kadının çıkardığı cihazda kendi anılarını görmek, içinde tarif edemediği bir huzursuzluk yaratmıştı. Bu görüntüler kafasında belli belirsiz dolaşıyor, anılar bir sisin ardında gizlenmiş gibiydi. Ancak Arman bir yandan da bu kadına inanmak istemiyordu. O anılar gerçek miydi? Neden hepsi birbirine karışmış gibiydi?
Kadın ona bir şey söylemeden yavaşça odadan çıktı. Geriye sadece Arman’ın zihninde yankılanan sorular kaldı.
Arman yerinden kalktı. Ayaklarının yere bastığını hissetti ama bu his bile ona tam anlamıyla gerçek gelmiyordu. Odayı bir kez daha gözden geçirdi. Masanın üstünde hiçbir şey yoktu; sadece soğuk, boş bir yüzey. Yanındaki cihazlar ise sürekli bir uğultuyla çalışmaya devam ediyordu. Sanki bu cihazlar başka bir amaca hizmet ediyordu ama ne olduğunu kestiremiyordu.
Oda kapısına yöneldi. Kadının çıktığı yerden geçmeye karar verdi. Kapının ardındaki koridora adım attığında, etrafı daha da geniş bir alanla çevriliydi. Beyaz duvarlar burada da devam ediyordu, fakat bu kez her birkaç metrede bir yanıp sönen küçük mavi ışıklar vardı. Koridorun sonunda bir kapı daha gözüne çarptı.
O kapıya yönelmeden önce durdu ve duvarlara dokundu. Duvarlar, dokunduğunda hafifçe titriyor gibiydi; sanki duvarların ardında bir yaşam vardı, sürekli hareket eden bir şey… Belki de tüm bu yer canlıydı. Arman, aklının oynadığını düşünmeye başladı.
Kapıya yaklaştıkça adımları hızlandı. Burada kalmak istemiyordu. Ama kapıyı açıp dışarı adım attığında, bu dünyadan kaçış olmadığını fark etti.
Dışarı çıktığı yer, önceki koridordan daha geniş bir alandı. Ancak bu sefer etrafında insanlar vardı. Hepsi de garip bir şekilde sıradan görünüyordu. Çeşitli giysiler giymiş, sanki farklı zamanlardan ve kültürlerden toplanmışlardı. Bir grup, bir arada oturuyor ve fısıltılarla konuşuyordu. Diğerleri, duvarlara yaslanmış, sanki neyi beklediklerini bilmiyorlardı.
Arman, onların yüzüne baktı. Gözleri boş, donuktu. Sanki hepsi aynı kişiydi, ama farklı suretler altındaydı. Daha da garip olan, onların kendisine hiç dikkat etmemeleriydi. Yanlarından geçerken hiçbir tepki vermediler. Bu durum, Arman’ı daha da tedirgin etti. Etrafındaki dünya gittikçe daha da yapay gelmeye başlamıştı.
Adımlarını hızlandırarak insanlardan uzaklaştı. Onlardan kaçarken yolun sonunda büyük bir pencere gördü. Pencerenin önüne geldiğinde gördüğü manzara, onu adeta dondurdu.
Dışarıda hiçbir şey yoktu. Ne gökyüzü, ne yeryüzü… Sadece sonsuz bir beyazlık. Burası, bir boşluk gibiydi. “Bu nasıl mümkün olabilir?” diye düşündü. Nereye baksa, göz alabildiğince hiçlik vardı.
Tam bu sırada arkasından bir ses duydu. Kadın geri dönmüştü. Arman’ın tepkisizce pencereye baktığını görünce, soğukkanlı bir şekilde konuştu: “Zaman ve mekân burada anlamını yitirmiş durumda. Bu, gerçeklikten uzak bir boyut.”
Arman bir şey söyleyemedi. Kadının sözleri mantıklı gelmiyordu. “Gerçeklikten uzak mı?” diye sordu. “Peki ben… ben nasıl buraya geldim?”
Kadın bu kez doğrudan cevap vermedi, yalnızca omuz silkti. “Zamanla anlayacaksınız. Herkes anlamakta zorlanır, ama er ya da geç fark edersiniz.”
Arman, kadının söyledikleri üzerinde düşünmeden edemedi. Günler birbirine karışıyor, zamanın geçişini hissetmek imkânsız hale geliyordu. Uyudu mu? Uyanık mıydı? Bunu bile kestiremiyordu. Sanki hayatı bir rüyaya, daha doğrusu bir kâbusa dönüşmüştü.
Bir süre sonra, çevresindeki her şey ona daha da gerçek dışı gelmeye başladı. İnsanların yüzleri birbirine karışıyor, aniden ortadan kayboluyor ve yerlerine başka suretler geliyordu. Arman her şeyi dikkatle incelemeye başladı. Zaman zaman aynı kişiyi, iki farklı yerde aynı anda görüyordu. Bu, onun zihnini daha da bulanıklaştırıyordu.
Bir gün, koridorlardan birinde yürürken, küçük bir kapı fark etti. Diğerlerinden farklıydı; daha gizli, neredeyse gözden kaçırılacak kadar küçük. Kapıya yaklaştı ve dikkatle açtı. İçerisi karanlık bir odaydı. Odanın ortasında ise devasa bir makine bulunuyordu. Makine, etrafına kablolar yayılmış, mavi ve kırmızı ışıklarla titreşen devasa bir yapıydı.
Arman bu makinaya doğru yaklaştı. Ekranlarında garip semboller ve yazılar vardı. Dikkatini çeken şey ise bir kelimeydi: “Hasta 394”. Bu kelime zihninde yankılandı. “Hasta mı? Ben hasta mıyım?” diye düşündü. Kendisiyle ilgili bir şey mi öğrenmişti?
O an bir şeylerin yanlış olduğunu derinlemesine hissetti. Burada bir kapana kısılmıştı, fakat neden ve nasıl olduğunu çözmek zorundaydı. Gözlerini makineden ayırıp tekrar ekrana baktığında, birdenbire zihninde kısa bir görüntü belirdi. Bir hastane odası, yatağın etrafında beyaz önlüklü insanlar… Kendisine bakan bir doktorun yüzü, maskenin arkasında belirsiz bir ifade. Arman’ın kalbi hızlandı. Bu görüntü neydi?
Bu kısa anı, sanki beyninin derinliklerinden kopup gelen bir yankı gibiydi. Ancak bu görüntü, Arman’ın içinde daha fazla soruya yol açtı. O bir hasta mıydı? Gerçek dünya neresiydi? Buradaki her şey gerçek miydi, yoksa sadece bir yanılsama mıydı?
Makine, ona bazı cevapları verebilir miydi? Arman, bir an için makinenin etrafındaki tuşlara dokunmayı düşündü, ama korktu. Yanlış bir şey yaparsa ne olacağını bilmiyordu.
Tam o sırada, odanın kapısı tekrar açıldı. Kadın bir kez daha karşısındaydı. Ancak bu kez bakışları daha sert ve soğuktu. Arman’ın neyi keşfettiğini anlamış gibi görünüyordu.
“Gerçeği öğrendiniz,” dedi, sesi buz gibi bir soğukluk taşıyordu. “Ancak geri dönüş yok. Burada kalmak zorundasınız.”
Arman, kadının soğuk bakışlarıyla karşı karşıya kaldığında, içinde tarifsiz bir korku hissetti. Bu bakışlar ona gerçeği saklamaya çalışan birini değil, sanki her şeyi kontrol eden bir varlığı işaret ediyordu. O anda kafasındaki tüm sorulara tek bir yanıt buldu: Kaçmak zorundaydı.
Kadın yavaş adımlarla Arman’a doğru yaklaştı. “Burada kalmalısın,” dedi soğuk bir tonda. “Burada senin için en güvenli yer burası.” Ancak Arman kadının gözlerine baktığında, bu sözlerin ardındaki tehditi hissetti. Artık buradan kaçmazsa, her şey daha da kötüleşecekti. Bir şekilde kaçmalı, bu tuhaf kabustan kurtulmalıydı.
Bir adım geri çekildi. Kadın bir şeylerin farkına varmış gibi görünüyordu. “Sakın aptalca bir şey yapma,” diye uyardı onu, sesi keskin ve tehditkârdı. Fakat Arman durmadı. Kalbi göğsünde çılgınca atarken, gözleri odanın diğer köşesindeki kapıya kaydı. Aklında tek bir düşünce vardı: Kaçmalıyım.
Arman hızla kapıya doğru koştu. Kadın bir şeyler söylemeye çalıştıysa da Arman artık onu duymuyordu. Adrenalin tüm vücudunu sarmıştı ve tek hissettiği, zihnindeki kaçış çığlığıydı. Kapıya ulaşıp onu açtı ve dışarıya fırladı.
Koridorda yankılanan ayak sesleri, Arman’ın kaçışını daha da hızlandırıyordu. Arkasına bakmadan, etrafındaki her şeyin anlamsızlaştığı bu soğuk beyaz dünyadan uzaklaşmaya çalıştı. Fakat ne kadar koşarsa koşsun, koridor bitmek bilmiyordu. Duvarlar ve zemin sanki hep aynıydı, sürekli bir döngüdeymiş gibi hissediyordu.
Ancak bir an durup derin bir nefes aldı. Eğer bu yer gerçek değilse, belki onun kurallarını da çözebilirdi. Düşündü: Bu dünya nasıl işliyor? Gerçek olamazdı, ama neden bu kadar ikna edici görünüyordu? Zihninde dönen sorulara cevap bulamadan, yeniden koşmaya başladı.
Arman koridorda ilerledikçe, bir şeylerin değişmeye başladığını fark etti. İlk başta hafif bir titreşim hissetti, sanki zemin yerinden oynuyormuş gibi. Sonra duvarlar soluklaşmaya, etrafındaki gerçeklik parçalanmaya başladı. Sanki dünyayı oluşturan tüm yapılar çözülüyor, bir yanılsamaya dönüşüyordu.
Birkaç adım daha attı ve gözlerinin önünde duvarlar, zemin, hatta hava bile solgun bir buhara dönüşüp kayboldu. Arman, kendini tamamen beyaz bir boşlukta buldu. Sonsuz, uçsuz bucaksız bir hiçlik. Hiçbir ses yoktu, hiçbir hareket yoktu. Sadece kendi kalp atışlarının yankılandığını duyabiliyordu.
“Bu nasıl mümkün olabilir?” diye sordu kendine. Zihni, gördüğü şeyleri anlamlandırmakta zorlanıyordu. Bir an için durup bu durumu düşünmek istedi, fakat içindeki kaçma isteği çok daha güçlüydü. Burada kalmak istemiyordu.
Arman, etrafında herhangi bir çıkış aramaya başladı. Ancak bu beyaz boşlukta hiçbir şey yoktu. Sadece kendisi ve zihninde yankılanan sorular… Ancak tam o sırada bir şey fark etti: Kendi zihninde bir çözüm bulabilirse, buradan kurtulabilirdi. Gerçekliğin nasıl işlediğini anlamak zorundaydı. Eğer burası bir rüyaysa, rüyanın kontrolünü ele geçirmesi gerekiyordu.
Gözlerini kapattı ve derin bir nefes aldı. Zihnini odakladı. Bu beyaz boşluk onun zihninin bir yansımasıydı belki de… Bir çıkış yolu yaratabilirdi. Fakat nasıl? Bir kez daha hatırlamaya çalıştı; o anıları, hastaneyi, doktorları… Hepsi kafasında bulanık görüntüler olarak belirdi. Gerçek dünyada bir şekilde uyanması gerekiyordu.
Tam o anda, uzaklardan bir ses duymaya başladı. Yavaş, boğuk bir ses. Başta bir anlam veremedi, fakat ses gitgide daha da netleşiyordu. Bu ses, bir monitörden gelen düzenli bip seslerine benziyordu. Arman’ın gözleri büyüdü. Bu ses, bir hastane odasındaki cihazın sesiydi.
Sesin geldiği yöne doğru döndü, ancak hala sadece beyaz boşluğu görüyordu. Bu sese odaklandı. İçinde bir umut belirdi. “Oraya ulaşmalıyım,” dedi kendi kendine. “Bu ses beni gerçek dünyaya geri götürecek.”
Arman, bu sesin peşinden gitmeye başladı. Adımları daha da hızlandı. Her ne kadar etrafındaki hiçbir şey değişmiyor gibi görünse de, o sesi takip ettikçe umutlanıyordu. Sanki her adımında o sese biraz daha yaklaşıyordu.
Derken, karşısında bir kapı belirdi. Beyaz boşlukta yalnızca bir kapı… Arman tereddüt etti. Bu kapının arkasında ne olduğunu bilmiyordu, ama elinde başka bir seçenek de yoktu. Derin bir nefes aldı ve kapıyı açtı.
Kapının ardında gördüğü şey, hastane odasıydı. Beyaz örtülü bir yatak, yanıp sönen monitörler ve odanın kenarlarında duran beyaz önlüklü insanlar… Arman’ın kalbi hızla çarpmaya başladı. Bu görüntü, anılarında canlanan o bulanık sahnelere benziyordu. İşte burasıydı… Gerçek dünyaya adım atmak üzereydi.
Fakat tam bu sırada, kadının sesi bir kez daha duyuldu. “Gitme! Gerçek sandığın şey bir yanılsama olabilir.”
Arman duraksadı. Kadının sesi zihninde yankılanıyordu. Belki de haklıydı. Gerçek dediği şey neydi? Eğer burası bir rüyaysa, gerçek dünya ne kadar gerçekti? Kadının sözleri, içinde yeniden bir belirsizlik yaratmıştı.
Ancak o an, monitörlerden gelen düzenli bip sesi bir kez daha duyuldu ve bu kez daha da güçlendi. Arman kararını verdi. Kadının sesine aldırış etmeden, adımını attı.
Arman’ın gözleri yavaşça açıldı. Beyaz ışık gözlerini rahatsız etti. Bu ışık ona tanıdık geliyordu, fakat artık farklı bir anlam taşıyordu. Yanındaki monitörlerden gelen düzenli bip sesi, ona hayatın devam ettiğini hatırlattı. Artık buradaydı… Gerçek dünyadaydı.
Gözlerini tamamen açtığında, etrafında ailesini ve doktorları gördü. Yavaşça kendini doğrultmaya çalıştı, ancak vücudu hala zayıftı. Beyaz örtülü yatakta yatarken, başında duran doktor ona gülümsedi.
“Arman, hoş geldin,” dedi doktor. “Uzun bir süre komadaydın. Ama sonunda uyanmayı başardın.”
Arman’ın kafasında hala sorular vardı. Komadaydı… Peki o yaşadığı tüm o şeyler? Kadın, beyaz boşluk, tuhaf dünya… Hepsi bir rüya mıydı? Yoksa bir şekilde gerçek miydi?
Gözleri odanın köşesine kaydı. Bir an için orada duran bir gölge gördüğünü sandı. Tanıdık bir silüet, uzun boylu bir kadın… Fakat gözlerini kırpıştırdığında, o görüntü kayboldu. Gerçek ve rüya arasındaki sınır, hala zihninde bulanıktı.