Hikayeler

Bilinç Sisi

O sabah, Aydınlık Ülke tarihinin en yoğun sisiyle uyandı. Meteoroloji kayıtlarına girmeyen, fizik kurallarını tanımayan bir sisti bu. Bilinç Sisi.

Ülkenin başkenti Düşüm Şehri’nde, insanlar yataklarından baş dönmesiyle kalktı. Zihinler bulanık, bedenler yabancıydı. Lira ayağa kalkmaya çalıştı, ancak bacaklarındaki ağırlık ve eklemlerindeki katılık onu şaşkına çevirdi – dün akşam genç ve atik bir bedene sahipken, şimdi sanki on yılların yükünü taşıyor gibiydi. Kaan ise ellerine bakıyordu; ince, narin ve titreyen bu eller, tanıdığı kendi güçlü elleri değildi. Zaman algısı da bozulmuştu; saatler çabuk geçiyor ya da donuyor gibiydi. Fiziksel uyumsuzluk her yerde hissediliyordu: gözlük takanlar bulanık görüyor, sporcular nefes nefese kalıyor, çocukların sesi yetişkinlerden çıkıyordu.

Tek bir anons tüm iletişim ağlarında yankılanıyordu: “Bugün, Aydınlık Ülke’nin yeni Sosyal Sözleşmesi’ni yazma günü. Sis kalktığında, kim olacağınızı öğreneceksiniz. Şimdi, kim olduğunuzu bilmeden, hep birlikte karar verin.”

Parlamento, Yuvarlak Salon’da toplandı. Kürsüde söz alan ilk kişi, sesinin ne kadar genç ve güçlü çıktığına şaşırdı. Ama zihni, Gümüş Nehir’in kenarındaki bir köyde, çocukları şehre göç etmiş, eklem ağrılarıyla mücadele eden bir kadının anılarıyla doluydu.
“İçimde… soğuk taşlarda yıkanmış, her sabah ağrıyla uyanan biri var,” dedi titreyerek. “Öyleyse ilk ilkemiz: Bu ülkede kimse, bedeni veya yaşı nedeniyle toplumun dışına itilmeyecek. Kamusal alan herkesindir ve herkes için tasarlanacak.

Tam o sırada, salonun arkalarından keskin bir ses yükseldi. “Bu çok tehlikeli!” Bir adam ayağa fırlamıştı. Yüzünde şaşkınlık ve öfke vardı. “Kim olduğumuzu bilmiyoruz! Bu sis… belki geri dönüşü olmayan bir şey! Böyle bir halde ülkenin kaderini belirleyemeyiz!”

Derin bir sessizlik oldu. Sonra, kürsüdeki kişi yavaşça cevap verdi: “Tehlikeli olan, kim olduğumuzu sandığımız halde karar vermek değil mi? Bugün, ilk kez, sandığımız kişi olmadığımızı biliyoruz. Bu korkutucu evet. Ama adaletin en saf hali de bu değil mi? Korkunun kendisi, sistemi sadece kendimiz için kurmamamız gerektiğini kanıtlıyor.”

İtiraz eden adam yavaşça yerine oturdu, söylenecek bir şey bulamadı. Muhalefet sesi, içlerindeki ortak korkuyu dile getirmiş ve onun üstesinden gelmenin yolunu göstermişti.

Sağlık tartışılırken, sözü bir başkası aldı. Zihninde, nadir bir genetik hastalıkla doğmuş, tedavisi için başkente ulaşmaya çalışan bir çocuğun paniği vardı. “En iyi tedavi, sadece Düşüm Şehri’nde olamaz!” diye haykırdı. “Çünkü yarın ben, Uç Sınır’daki bir ailenin çocuğu olabilirim. Sağlık, coğrafi kader olmaktan çıkmalı. Her yer, merkez kadar iyi olmalı.

Gün ilerledikçe ve kararlar şekillendikçe, odadaki hava dönüştü. Artık geçmişin alışıldık siyasi hizalarından eser yoktu. Yerini, ortak bir kırılganlıktan doğan benzersiz bir amaç duygusu almıştı. Eski tartışma kalıpları erimiş, yepyeni ve insani bir dil doğmuştu.

Gün batımına doğru, Bilinç Sisi iyice inceldi. Düşüm Şehri’nin ışıkları yeniden parlamaya başladı. İnsanlar yavaş yavaş kendi anılarına, kimliklerine, hayatlarına döndü. Lira yeniden dünyaca ünlü nörologdu, Kaan yeniden güçlü CEO. Ama gözlerinin derinliklerinde, o gün yaşadıkları “öteki” hayatların izleri, bir bilgelik gibi parlıyordu.

Değişim, “Bir Günlük Yasa” olarak anılan anayasa değişikliğiyle başladı:

  1. Temel Erişim Hakkı: Her vatandaşın, ikametgâhından bağımsız olarak, kaliteli sağlık, eğitim ve temiz çevreye eşit erişimi anayasal güvence altına alındı.
  2. Kırılganlık Endeksi: Tüm yasalar çıkarılırken, toplumun en kırılgan kesimine etkisi ölçülecek ve buna göre şekillenecek.
  3. Dönüşümlü Vatandaşlık Meclisi: Her yıl, rastgele seçilen sıradan vatandaşlardan oluşan bir meclis, yasaları “Bilinç Sisi” deneyimini hatırlatarak gözden geçirecek.

Hikaye, bir yıl sonra, Tozlu Stepler’de açılan yeni Çok Dilli Keşif Okulu’nun bahçesinde son buldu. Açılış kurdelesini, parlamentonun o genç üyesi ile steplerden gelen, gözlerinde yıldızlar parlayan küçük bir kız birlikte kesti.
Küçük kız, mikrofon uzatıldığında, etrafındaki kalabalığa baktı ve sessizce sordu:
“Sis tekrar gelecek mi?”

Genç parlamenter, çocuğun gözlerine baktı ve gülümsedi:
“Hayır. Çünkü sisin bize öğrettiği şeyi artık unutmayacağız: Diğerinin hayatı, sadece bir ‘olasılık’ değil, bizim sorumluluğumuzdur.”

Sis kalkmış, zihinlerde ise kalıcı bir aydınlanma bırakmıştı. Artık adalet, soyut bir ilke olmaktan çıkmış, her bir vatandaşın diğerine sorduğu somut bir soruya dönüşmüştü:
“Senin yerinde olsaydım, bu karar bana da adil gelir miydi?”

Ve böylece, hiçbir haritada bulunmayan bu hayali ülke, gerçek dünyaya belki de en çok ihtiyaç duyduğu dersi veriyordu: Adil bir sistem, ancak ve ancak, onu kuranların kendilerini sistemin en altında bulanların yerine koyabilmesiyle inşa edilir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir