Zamansız Işık
Yazan: İsmail Kara
Tür: Bilim Kurgu
Dr. Eren Kaya, Cornell Üniversitesi’nin laboratuvarlarında aylarca süren sessizliğin ardından nihayet kritik aşamaya gelmişti. Masasının üzerindeki holografik ekran, beynin içinde dolaşan biyofotonların izini canlı olarak gösteriyordu. Bu, insanlığın en derin sırrını ortaya çıkarabilecek bir çalışmaydı. Beynimizin ışıkla nasıl iletişim kurduğunu, zamanın ötesine geçen bir kapasiteye sahip olup olmadığını anlamak için yürütülen bir deneyin sonucuydu. Eren, bu biyofotonların sadece bilincin bir yan ürünü değil, zamanla etkileşim halinde olduğunu kanıtlamak üzereydi.
Laboratuvarın sessizliğinde, sadece bilgisayarların vızıltısı duyuluyordu. Eren, ince uzun parmaklarını klavyesinde gezdirerek veri setlerini son kez gözden geçirdi. Dalgaların iç içe geçtiği grafiklere bir kez daha baktı. Kuantum dolanıklık, biyofotonların hareketi ve ters nedensellik—hepsi, bir kaosun içinde mükemmel bir uyumla dans ediyordu.
“Bu, her şeyi değiştirecek,” diye mırıldandı.
Başarıya ulaşmasının önünde çok az engel kalmıştı. Ancak son dönemde, çalışmasına dair rahatsız edici olaylar yaşanıyordu. Eren’in elde ettiği bulguların sızdırıldığı ve gizemli bir grubun peşine düştüğü söylentileri yayılmaya başlamıştı. Bu grup, kendilerine “Işık Muhafızları” diyorlardı ve biyofotonların insan bilincindeki gücünü manipüle etmeye çalışıyorlardı.
Eren, bu tehditlerin farkındaydı. Yine de dikkatini dağıtmak istemiyordu. İnsanlık için bir dönüm noktası yaratmaya çok yaklaşmıştı.
“Beni durduramayacaklar,” diye düşündü. Bu deney, sadece geleceği görmekle kalmayacak, geçmişe dokunmanın bile mümkün olduğunu gösterecekti.
Deney başladığında, Eren ve ekibi, gönüllü deneklerin zihinsel faaliyetlerini izlemek üzere bilgisayar sistemlerini çalıştırdı. Gönüllüler, küçük bir odada oturuyor ve beynindeki biyofotonların hareketi izleniyordu. Eren’in teorisine göre, bu parçacıklar sadece beynin içindeki bilinci değil, evrenin kendisiyle olan bağlantıyı temsil ediyordu.
Eren’in teorisi, bu biyofotonların mekân ve zamanın dışındaki varlıklarla, hatta gelecekle ve geçmişle bile bir köprü kurduğunu öne sürüyordu. Bilincin, zamanın sınırlarını aşabilecek bir enerji formu olduğu düşüncesi, bilim dünyasında büyük bir yankı uyandırmıştı. Eren’in amacı, bu enerjiyi kontrol edebilmek ve geleceği görüp geçmişi değiştirebilecek bir kapı açmaktı.
Gönüllülerin beyin aktiviteleri yavaşça izlenmeye başladı. Biyofotonlar, deneklerin zihinsel süreçlerinde bir ışık huzmesi gibi hareket ediyordu. Birdenbire, veri akışında anormallikler gözlendi. Deneklerden biri olan genç bir kadının, Leyla’nın beynindeki biyofotonların hareketi beklenmedik şekilde hızlandı. Bu hızlanma, bir kuantum dolanıklık hali yaratmış gibiydi.
Eren, gözlerini ekrandan ayırmadan asistanı Yavuz’a seslendi. “Leyla’nın verilerini yakın takibe alın. Beklenenden çok daha hızlı dolanıyor.”
Yavuz hemen bilgisayar başına geçti ve Leyla’nın verilerini izlemeye başladı. “Bunlar normal değil. Sanki… sanki beynindeki fotonlar, dış bir güçle tetiklenmiş gibi. Bilinçli bir şekilde yönlendirilmiş olabilir mi?”
Eren kaşlarını çattı. Deneyin bu aşamasında bilinçli bir müdahale olması beklenmiyordu. Leyla, yalnızca rahatlamış bir şekilde oturuyor olmalıydı. Ancak beynindeki biyofotonlar, rastgele bir hareketten çok daha fazlasını sergiliyordu. Bir düzen, bir amaç vardı.
“Zaman dışı bir etkileşim mi gerçekleşiyor?” diye düşündü Eren. “Gelecekten bir bilgi mi sızıyor?”
Deneydeki bu ani sapma, Eren’in kafasındaki şüpheleri iyice büyüttü. Uzun süredir kuşkulanıyordu: Işık Muhafızları, çalışmasını sabote etmeye çalışıyordu. Ama bu nasıl mümkün olabilirdi? Henüz tam anlamıyla sonuçlanmamış bir deney, nasıl bu kadar ilgi çekebilirdi?
Leyla’nın verilerini izlerken, birdenbire laboratuvarın kapısı sert bir şekilde açıldı. İçeriye gri takım elbiseli üç adam girdi. Yüzlerinde ciddi bir ifade vardı ve kararlılıkları her hallerinden belliydi. Eren, başını kaldırıp onlara baktığında, bu kişilerin sıradan insanlar olmadığını hemen anladı.
“Dr. Kaya,” dedi öndeki adam, derin bir ses tonuyla. “Bunu burada durdurmak zorundasınız.”
Eren sakin kalmaya çalıştı, ama kalp atışları hızlanıyordu. “Siz kimsiniz? Ne yapmaya çalışıyorsunuz?”
“Biz Işık Muhafızları’yız,” dedi adam soğukkanlı bir tavırla. “Çalışmanız tehlikeli bir yöne gidiyor. Biyofotonlar ve telepati, basit bilimsel kavramlar değil. Zamanın dokusuyla oynuyorsunuz. Geleceği, geçmişi ve bilinci kontrol etmek, insanlığın başa çıkabileceği bir şey değil.”
Eren, adamın söylediklerini duyduğunda içindeki öfkeyi zor bastırdı. “Ben sadece bilimin sınırlarını zorluyorum. Eğer bu, insanlığın kaderini değiştirecekse, buna karşı çıkmak değil, destek olmak gerekir. Biz ilerlemeye muhtacız.”
Adam, Eren’e biraz daha yaklaştı. “İlerleme mi, yoksa yok oluş mu? Geleceği görüp değiştirebileceğinizi sanıyorsunuz. Ama o geleceği kontrol etmeye çalışırken, geçmişteki en önemli bağları koparırsanız ne olur? Biz bu deneyi durdurmak zorundayız.”
Eren’in içindeki adrenalin patlaması, ona bir şeyler yapması gerektiğini söylüyordu. Laboratuvarında aylarca emek verdiği çalışmalarını yarıda bırakamazdı. Işık Muhafızları, geleceği kontrol etmek isteyen gizli bir örgüt olabilirdi, ama Eren’e göre bu çalışmanın potansiyeli her şeyden daha önemliydi. Bilimle insan zihninin sınırlarını aşmak, belki de insanlık için bir devrim olacaktı.
Eren, hızlıca düşünmeye başladı. Laboratuvarda bir kaçış planı yoktu, ama deneylerin yürütüldüğü veri merkezine giden gizli bir tünel olduğunu hatırladı. Tünel, sadece çok acil durumlar için kullanılırdı. Yavuz’a göz kırptı ve sessizce bir sinyal verdi. Yavuz hemen durumu anladı ve dikkat çekmeden kapıya yöneldi.
Muhafızlar, Eren’in deneyi sonlandırmasını izlerken, Yavuz küçük bir düğmeye bastı. Düğme, laboratuvarın arka köşesindeki dolabın arkasında gizlenmiş tüneli açıyordu. Eren, tünelin açıldığını fark edince, “Tamam,” dedi. “Deneyi sonlandıracağım. Ama önce son bir kez verileri kaydetmem lazım.”
Adamlar dikkat kesilmişti, ama Eren’in kaşla göz arasında Yavuz’a baktığını fark etmediler. Eren, birkaç tuşa basarak laboratuvarın tüm verilerini yedekledi ve bu yedeklemeyi tüneldeki bilgisayarlara yönlendirdi. Yavuz ise dikkatlice tünele girdi. Eren, son bir kez Muhafızlara dönerek, “Her şeyin sonlanmasını siz istemediniz mi?” dedi ve hızlıca tünele atladı.
Tünel dar ve karanlıktı, ama Eren ve Yavuz hızla ilerliyorlardı. Muhafızların peşlerinden gelip gelmediğini bilmiyorlardı, ama bu tünel onları laboratuvardan oldukça uzağa, Cornell’in kampüs dışındaki eski bir depoya götürecekti. Eren, tünelde hızla ilerlerken içinden geçen tek düşünce, deneyin güvenli bir şekilde sonuçlanması ve verilerin güvende kalmasıydı.
Eren ve Yavuz, depoya vardıklarında nefes nefeseydiler. Bilgisayarlarını kurarak verileri incelemeye başladılar. Leyla’nın zihninde yaşanan biyofoton hareketlerinin bir açıklaması olmalıydı. Bunu çözmeden, Işık Muhafızları’nın söylediklerinin doğru olup olmadığını anlayamazlardı.
“Bana söyle Yavuz, Leyla ne gördü?” dedi Eren.
Yavuz, bilgisayar ekranına bakarak veri akışını analiz etti. “Bu inanılmaz,” dedi. “Gelecekten bir görüntü var burada. Leyla, gelecekte olacak bir olayın izini sürüyor olabilir.”
Eren, bilgisayara göz attığında gördüklerine inanamadı. Leyla’nın beyin dalgaları, gelecekte meydana gelecek büyük bir felaketi gösteriyordu. Bir nükleer felaket, dünya nüfusunun büyük bir kısmını yok edecek bir olayın görüntüsüydü bu. Zamanın sınırları artık yok olmuştu. İnsan zihni, hem geçmişe hem de geleceğe dokunabilir hale gelmişti. Ama bu aynı zamanda, gelecekteki felaketlerin önceden görülüp değiştirilebileceği anlamına geliyordu.
Eren, kendini bir yol ayrımında buldu. Bir yanda geleceği görme ve değiştirme gücü, diğer yanda zamanın doğal akışına müdahale etmenin getireceği riskler vardı. Eğer bu felaketi durdurursa, belki de daha büyük bir dengeyi bozmuş olacaktı. Ama durmazsa, insanlık yok olabilirdi.
Bir an durup düşündü. Işık Muhafızları’nın söylediklerinin bir doğruluk payı olabilir miydi? Geleceği değiştirmek, geçmişin dengelerini alt üst edecek miydi? Yoksa bu müdahale, insanlığın kurtuluşu için gerekli olan adım mıydı?
Eren, kararını verdi. “Bu felaketi durdurmalıyız,” dedi Yavuz’a. “Zamanın dokusuna dokunabiliriz. Geleceği değiştirebiliriz. İnsanlık buna hazır olmasa bile, bu bizim tek şansımız.”
Yavuz tereddüt etti. “Ya Işık Muhafızları haklıysa? Ya bu müdahale başka bir felaketi doğurursa?”
Eren, gözlerini ekrandan ayırmadan cevap verdi. “Bu, riske değer.”
Ve böylece, Eren ve Yavuz, geleceğin karanlık görüntüsüne doğru bir müdahaleye hazırlanırken, zamanın ötesinde yeni bir savaşa adım atmış oldular.
Eren ve Yavuz, depodaki bilgisayar başında Leyla’nın verilerini incelemeye devam ettiler. Ekranda beliren grafikler, geleceğin karanlık bir tablosunu çiziyordu. Olayın ne zaman olacağına dair bir tarih ve saat belirmişti: sadece altı ay sonra. Eren, gelecekteki bu felaketi durdurmak için zamana karşı yarışacaklardı.
“Bunu nasıl yapacağız?” diye sordu Yavuz, gözleri ekrana kilitlenmişti. “Gelecekten gelen bir bilgiyle geçmişe nasıl müdahale edebiliriz?”
Eren, düşünmeye başladı. “Leyla’nın deneydeki deneyimi, zamanın lineer olmadığını gösteriyor. Geçmişle gelecek arasında dolanıklık var. Eğer Leyla’nın deneyimini tekrarlayabilirsek, onun hissettiği bağlantıyı kurabiliriz.”
Yavuz, Eren’in mantığını anladı. “Leyla’nın yaşadığı deneyimi yeniden yaşamalıyız. Onunla iletişim kurabilmek için zihinlerimizi birleştirebiliriz. Bu, telepatik bir deneyim olacak.”
Eren, yüzündeki kararlılığı artırarak “Evet! Bu şekilde Leyla’nın zihnine bağlanabiliriz. Onun gözünden geleceği görebiliriz,” dedi. “Ama bunu yaparken çok dikkatli olmalıyız. Zihinlerimizin birbiriyle bağlanması, bizi tehlikeli bir durumun içine sokabilir.”
Hızla hazırlıklara başladılar. Leyla’yı laboratuvara getirmek ve onu bu deneyin bir parçası yapmak zorundaydılar. Eren, Leyla’nın güvenli bir yerde olduğunu düşündü; bu nedenle hemen onunla iletişime geçmek için eski telefonunu açtı.
“Leyla, hemen buraya gelmelisin. Çok acil bir durum var!” dedi Eren, telefonun diğer ucundaki Leyla’nın telaşlı sesiyle konuşarak. “Sana açıklayacak çok şeyim var.”
Bir süre sonra Leyla, laboratuvara geldi. Eren ve Yavuz, onu karşılayarak yaşananları özetlediler. Leyla, başlangıçta endişeli görünüyordu, ama Eren’in kararlılığı ve durumu açıklığı, onu ikna etti.
“Geçmişi değiştirmek istiyoruz,” dedi Eren. “Senin yaşadığın deneyimden faydalanarak, gelecekteki felaketi durdurabiliriz.”
Leyla, yüzünde bir endişe ifadesiyle, “Ama bu tehlikeli olabilir,” diye yanıtladı. “Geçmişteki her değişiklik, gelecekte beklenmedik sonuçlar doğurabilir.”
“Biliyoruz,” diye yanıtladı Yavuz. “Ama buna başka bir şansımız yok. İnsanlığın geleceği tehlikede.”
Leyla derin bir nefes aldı. “Tamam. Ben hazırım.”
Eren, Leyla ile Yavuz’un zihinlerini birleştirmek için bir düzenek kurdu. Oda, laboratuvarın merkezindeki holografik ekranla doluydu. Zihinlerini birleştirmek için gereken her şey hazırdı. Üçü bir araya gelerek, deney düzeneğine bağlandılar.
“Şimdi gözlerinizi kapatın,” dedi Eren. “Birlikte düşüncelerimizi birleştireceğiz. Leyla, yaşadıklarını bizimle paylaş. Zihnini aç ve hissettiklerini bırak.”
İçeri giren karanlık bir sessizlik, odanın atmosferini değiştirdi. Eren, derin bir nefes aldı ve kendini Leyla’nın düşüncelerine bırakmaya çalıştı. Leyla’nın zihninde dolanan hisleri, korkuları ve umutları hissetmeye başladı. Zamanın akışı, yavaşça eriyordu; artık geçmişle gelecek arasında bir köprü kuruyorlardı.
Aniden, Leyla’nın zihninde büyük bir aydınlanma belirdi. Ekranda beliren görüntüler, gelecekteki o büyük felaketi gösteriyordu. Nükleer bir patlama, alevlerin yükseldiği bir şehir, insan kalabalıklarının paniği… Ama Leyla’nın zihninde bir başka şey daha vardı: Bir çözüm, bir çıkış yolu.
“Eren!” dedi Leyla. “Onu durdurmalıyız! Bunu önlemek için bir bilgiye ihtiyacımız var.”
Eren, Leyla’nın zihninde belirginleşen görüntülere dikkat kesildi. “Nedir bu bilgi?” diye sordu.
Leyla, zihnindeki anıları birer birer sıralarken, Eren ve Yavuz da onu takip etti. O an, gelecekteki olayın gerçekleştiği yer ve zamanı gördüler. Tarih, altı ay sonra bir gün… Yer, şehir merkezindeki bir nükleer santraldı. Yüzlerce insan, bunun sadece sıradan bir gün olduğunu sanıyordu, ama bir grup sabotajcı, kargaşa yaratmak için patlayıcıları yerleştiriyordu.
“Buraya gitmeliyiz,” dedi Eren. “Olan biteni durdurmalıyız.”
Zihin birliğini tamamladıktan sonra, Eren, Leyla ve Yavuz, durumu hızlı bir şekilde değerlendirmeye başladılar. Laboratuvardan çıkarken, Eren’in içinde bir korku vardı. Geçmişte yapılacak bir değişikliğin, gelecek üzerinde ne tür sonuçlar doğurabileceğini düşünüyordu. Ama yapmaları gereken bir şey vardı; insanlığı korumak için savaşıp savaşmayacaklarını bilemezlerdi.
Eren, Leyla ve Yavuz, hızla nükleer santrale doğru yola çıktılar. Yolda, zamanın daralması ve üzerlerinde beliren yükle birlikte, felaketin gerçekleşeceği o anı düşündüler. Geçmişteki yanlışları düzeltebilmek için, zamanın dokusuna müdahale etmeleri gerekiyordu.
Nükleer santrale ulaştıklarında, şehrin kalabalık bir gün geçirdiğini gördüler. İnsanlar, her zamanki gibi işlerine gidiyor, parkta çocuklar oynuyor, sokaklarda alışveriş yapıyordu. Eren ve ekibi, belirlenen saatten sadece birkaç saat önce oraya ulaşmışlardı. Her şeyin normale döndüğünü görmek, Eren’in içinde bir hüzün yarattı. Herkesin hayatını sürdürdüğü bir sıradanlık, aslında büyük bir tehlikenin eşiğindeydi.
Santralin çevresinde dolaşmaya başladılar. Hedeflerini belirlemek ve sabotajcıları bulmak zorundaydılar. Eren, Leyla ve Yavuz, santralin güvenlik kameralarını izleyerek şüpheli kişileri tespit etmeye çalıştılar.
Bir süre sonra, santralin içerisine girme fırsatını buldular. Eren, yanına aldıkları küçük bir çanta içindeki teknolojiyle santralin güvenlik sistemini devre dışı bırakmayı başardı. “Hızlı olmalıyız!” dedi Yavuz. “Zamanımız yok!”
Santralin içinde gezinirken, içlerinden birisi dikkatlerini çekti. Üzerinde siyah bir kıyafet giymiş olan bir adam, santralin kontrol odasında dolaşıyordu. Eren, bu adamın sabotajcı olduğunu hissetti. Hemen Leyla ve Yavuz’a bakarak, “Onu takip edelim,” dedi.
Adam, bir odaya girdi ve kapıyı kapattı. Eren, kapının arkasında durarak içeriden gelen sesleri dinlemeye başladı. “Tam zamanında geldim,” dedi adam, bir telefonla konuşarak. “Patlayıcıları yerleştirdim. Saatteki geri sayım başladı. Artık geri dönüş yok.”
Eren, kalp atışlarının hızlandığını hissediyordu. Hızla Leyla ve Yavuz’a dönerek, “Patlayıcıların yerleştirildiği yeri bulmalıyız!” dedi. Ekip, kapıyı açarak içeri girdi.
Odadaki adam, Eren ve ekibini görünce şaşırmıştı. “Ne yapıyorsunuz burada?” diye bağırdı. Eren, aniden ona doğru hamle yaptı. “Bunu durdurmalısın!” dedi. “Hemen patlayıcıları etkisiz hale getir!”
Adam, Eren’in cesaretine şaşırmıştı ama bir an bile tereddüt etmedi. “Siz kimsiniz ki bu işlere karışıyorsunuz?” dedi. “Zamanın akışını değiştirmeye çalışıyorsunuz ama bunun sonuçlarını düşünmüyorsunuz.”
“Biz zamanın akışını korumaya çalışıyoruz!” diye bağırdı Leyla. “Eğer bu patlamayı durdurmazsak, büyük bir felaket olacak.”
Adam, Leyla’nın gözlerindeki kararlılığı görünce biraz yumuşadı. Ama hâlâ korkuyordu. “Biliyor musunuz, gelecekteki olaylar, başkalarının eline geçebilir. Bu yüzden bunu yapmak zorundayım.”
Eren, gözlerini sıkıca kapatarak, adamın zihnine bir yol bulmaya çalıştı. “Senin geleceğini değiştirmek zorunda değiliz. Ama bu felaketi durdurmalıyız. Bizimle gel ve bunun bir hata olduğunu anlayacaksın.”
O anda Leyla, adamın zihnine bağlantı kurmaya çalıştı. Eren, Leyla’nın gözlerinde bir ışık gördü. Leyla, adamın içindeki korkuyu, güvensizliği hissetmeye başladı. “Hayatında belki de doğru yolda gitmediğini biliyorsun,” dedi. “Ama bu felaketin gerçekleşmesini istemiyorsan, hemen geri dönmelisin.”
Adam, Leyla’nın söylediklerinden etkilendi. Gözleri doldu ve biraz gevşedi. “Belki de haklısınız. Ama başka bir seçeneğim yoktu.”
Eren, ona bir şans daha verdi. “O zaman, birlikte bu durumu durduralım.”
Adam, Eren’in elini sıktı ve birlikte patlayıcıları etkisiz hale getirdiler. Bir yandan sabah güneşi doğarken, içlerindeki korkular ve kaygılar yavaşça azalmaya başladı.
Patlayıcılar etkisiz hale getirildiğinde, Eren, Leyla ve Yavuz, birbirlerine bakarak sevincin yaşandığı o anı paylaştılar. Santraldeki alarmlar çalmaya başladığında, dışarıda insanlar paniğe kapıldılar. Ama Eren, Leyla ve Yavuz, bunların öncesinde bir felaketi önlemeyi başarmışlardı.
Yavaş yavaş dışarı çıktılar. Eren, “Şimdi, bunu insanlara anlatmalıyız,” dedi. “Bu deneyimimiz, insanlığın zamanın akışına nasıl müdahale edebileceğini gösterdi. Ancak her zaman dikkatli olmalıyız.”
Leyla, gülümseyerek başını salladı. “Belki de geleceği değiştirmek için doğru zamanı beklemeliyiz.”
Yavuz, “Ama şimdi, en azından bu gün için kurtardığımız hayatları biliyoruz,” diye ekledi.
Eren, onlara dönerken, “Bu sadece bir başlangıç. Zihinlerimizi birleştirerek, geleceği değiştirebileceğimizi biliyoruz. Ama bunun için de sorumluluk almak zorundayız,” dedi.
Ve böylece, Eren, Leyla ve Yavuz, zamanın akışını değiştirebileceklerini anladılar. Belki de, insanlık için yeni bir yolculuğun başlangıcındaydılar.